Türkler, Hıristiyanlara önyargısız davrandıklarını ispat ettiler ama Hıristiyanlar bu davranışı kötü bir şekilde ödüllendirdiler. Onlar Türkiye’ye karşı duydukları antipatiyi ve Üçlü İtilâfa, bilhassa Rusya’ya duydukları sempatiyi gizlemediler. Çanakkale, İstanbul ve Erzurum’un düştüğü, Rusların Midia’ya indirme yaptıkları, ve hatta Sultan’ın Bursa’ya kaçtığı yolunda burada dolaşan saçma sapan dedikoduları da bunlar çıkardılar. Bunları Jöntürklerin sistemine ve bu sistemin liderlerine karşı planlanan komplonun ortaya çıkarılması ve Ermenilerin Van vilayetinde çıkardıkları isyan ile Ermeniler tarafından Türkiye’nin diğer bölgelerinde çıkarılan karışıklıklar izledi. Muhtemelen bu olaylar Babıâli’nin Ermenilere karşı olağanüstü tedbirler almasına sebep oldu.
24 Haziranda Ermeni komitesinin buradaki liderleri tutuklandı ve Samsun üzerinden ülkenin iç kısımlarına sürüldüler. Aynı gün bütün Ermenilerin sürgün edilmesi konusunun düşünüldüğünü ve bu olayları Ermenilere karşı kullanmak isteyen bir akımın var olduğunu öğrendim. Bunun üzerine valinin dikkatini bu konuya çektim ve ondan, Ermenilerin olası bir sürgünü halinde bunun – silahla karşılık vermeleri halinde bile – yalnızca sivil ve resmî makamlarca ve kimi sorumsuz özel şahısların devredışı bırakılması şartıyla gerçekleştirileceği yolunda kesin bir cevap aldım. Böylece 26 Haziranda Ermenilerden beş günlük bir süre sonunda ülkenin iç kısımlarına sürülmek üzere hazır olmaları istendi. Sadece hastaların kalmalarına müsaade edildi ve bunların hastanelerde kalmaları öngörüldü. Her hangi bir şey satmaları yasaktı. Dükkanlar ve depolar mühürlenecek, evlerdeki bütün eşyalar belirli noktalara getirilecek ve orada hükümetin korumasına verilecek ve ellerindeki paralar ise daha sonra taksitler halinde gönderilmek üzere postaneye teslim edilecekti.
Trabzon vilayetinden bu sürgünde yaklaşık 30.000 kişi çıkarıldı. Yeterli miktarda yiyecek ve konaklama imkanının olmadığı ve ilk 300 kilometresi tamamen lekeli humma hastalığına bulaşmış bir yolda böylesi bir bir kitle transportunun, Ermenilerden, özellikle de kadın ve çocuklardan aldığı korkunç sayıdaki kurbanlar, yurt dışında ve belki Almanya’da da bu derece ileri giden tedbirlerin haklı bir eleştirisini gerektirecek durumdaydı. Bundan dolayı Almanya’nın İstanbul Büyükelçiliği’ne olay hakkında bilgi verdim ve aynı zamanda buradaki vali nezdinde sürgün şartlarının hafifletilmesi için çalıştım. Vali benim dostane ilişkiler çerçevesindeki düşüncelerimi dikkatle dinledi ve büyük oranda fikirlerime katıldığını belirtti. Bunun üzerine ilk önce şunlar deportasyondan hariç bırakıldı: 10 yaşın altındaki bütün çocuklar, dul ve yetimler ve herhangi bir erkeğin koruması altında olmayan bütün kadın ve kızlar; bunlara silah altında olan Ermenilerin aileleri de dahil oluyordu, hastalar, hamile kadınlar ve Katolik Ermeniler. Bunun haricinde hastaların ve hamile kadınların kendi evlerinde kalmalarına ve kendilerine bakmak için aile fertlerinden bir kadın veya kızın yanlarında kalmasına müsaade edildi. Çocuklar tanıdıklarının evlerinde kalabileceklerdi. Nihayet, sürgüne gönderilenlerin emniyet müdürlüğünden müsaade alarak değerli eşyalarını ve ev eşyalarını satmalarına izin verildi. Nakil işleminin ilk iki gününde bu esaslar doğrultusunda hareket edildi ve çocukların yaşları ve kadınların hastalıkları konusunda oldukça müsamaha gösterildi. Maalesef üçüncü günde, görünüşe bakılırsa İstanbul’dan [ „görünüşe bakılırsa Istanbul‘dan gelen direktifler üzerine“ ibaresi Rosenberg tarafindan dağıtım listesinden çıkartılmıştır.] gelen direktifler üzerine, çocukların kalmalarına müsaade edilmesi dışında burada elde ettiğimiz bütün istisnalar tekrar iptal edildi.
Trabzon ve yakın çevresindeki nakil işlemi tamamlandı. Birkaç intihar olayı oldu ve bir yangın çıkartıldı. Başkaca bir hadise görülmedi.
Deporte edilenlerin nakil esnasındaki güvenlikleri konusunda vali bana rahatlatıcı garantiler verdi. Valinin, kendi yetki sınırları dahilinde Ermenilerin başlarına bir şey gelmeyeceği konusundaki azim ve isteğine de güveniyorum. Bununla beraber diğer bölgelerde Ermenilerin kökünün kazınmasının düşünüldüğü [ „Ermenilerin yok edilmesi düşünülüyor“ ibaresi yerine „daha az zarar verecek şekilde davranılıyor“ ibaresi kullanılmıştır.] yolunda belirtiler var. Nitekim Ermeniler, Erzincan ile Diyarbakır arasındaki dağ geçidinde dendiğine göre Kürtler tarafından katledilmiştir ve Erzurum ile Bayburt dolaylarında ise liderleri Fransızca konuşan büyük soyguncu çeteleri görülmüştür. [Paragrafın bundan sonraki kısmı („Nitekim“ den başlayıp „yanılmamış olacaklardır “ ile biten) kopyalarda çıkartılmıştır.] Şimdiye kadar tamamen güvenli olan bu civarda büyük çetelerin oluşması ne de olsa dikkat çekicidir. Düşüncelerim hakkında bir delil gösteremememe rağmen Ermenilere yapılan bu davranışın arkasındaki gücün Jöntürk komitesi olduğu izlenimini belirtmeden edemeyeceğim. Merkez komite böylece Ermeni meselesine kesin bir son vermek ister görünüyor. Çünkü gidecekleri yere gerçekten varmış olan Ermeniler daha sonra ancak istisna olarak eski yerleşim bölgelerine geri döneceklerdir. Bunlardan çoğunun artık geri dönecek maddi imkânı olmayacaktır. Böylece gelecekte artık Ermeni nüfusun güçlü bir orana sahip olduğu eyaletler olmayacaktır. Jöntürklerin yerel komiteleri Ermenilerin sürülmesi sırasında onların mallarını gasp ederek kendilerine çıkar sağlamayı umut etmektedir ve idarî makamların çoğunun komiteye bağımlı olduğu düşünülürse, bu hesaplarında kesinlikle yanılmamış olacaklardır.
Bir bütün olarak Türk nüfusun onuruna söylemek gerekir ki, pek çok Türk kadın ve çocukların sürülmesine razı değildir. Diğer taraftan tespit edilmelidir ki, Ermeniler bu meselede çok az benimsenecek bir karakter sergilediler. Burada kalmalarının sağlanması için resmen müdahale edilmesini ilk önce isteyenler din adamları oldu. Yerlerinin tam da en zor zamanlarda cemaatlerinin yanı olduğu düşüncesi akıllarına bile gelmedi. Rahipler için bir istisna yapılması sağlanamayınca, buradaki piskoposun vekili olan beyaz sakallı bir diyakoz, validen İslam dinine girmek için izin istedi; vali de ona bu konuda bir engel olmadığını, sadece kelime-i şahadet getirmesi ve daha sonra sünnet olması gerektiğini, ayrıca sürgün işleminin Hıristiyanlara değil, aksine Ermenilere yönelik olduğunu, İslam dinine girmiş bir Ermeni’nin daha sonra Müslüman olmuş bir Ermeni olarak yine sürgün edileceğini söyledi. Ermeni erkekleri sürgün emrinin açıklanmasından sonra evlerinden hiç çıkmadılar, aksine sadece hanımlarını dışarı gönderdiler. Hükümetin ve bankanın bazı memurları kendilerinin sürgün tarihini ertelettiler ve ailelerini yalnız başlarına gönderdiler.
Rus donanmasının şehri ağır bombardımana tutmasından itibaren oturmaya başladığım şehir dışındaki Kayzerlik Konsolosluğu ve konsolosluk lojmanının önünde yürekleri parçalayan sahneler yaşandı. Birçok kadın kendilerinin veya en azından çocuklarının kurtarılması için yalvardılar. Ben, tek tek şahısların yararına olacak her türlü [„her türlü“ ifadesi çıkartılmıştır.] girişimden kaçınmak ve herkes için kolaylıklar sağlamaya çalışmak zorunda kaldım. Sadece bir olayda bir istisna yapmaya mecbur kaldım. Bu ayın 6’sını 7’sine bağlayan gece, mahallenin konsolosluğun yanında oturan Ermeni muhtarı ailesiyle birlikte konsolosluğun etrafındaki duvardan atlayıp konsolosluğa sığındı. İltica kanunu meselesinin bu işlere bulaşmaması için validen bu kişinin burada kalması için rica ettim. Vali, bu kişinin muhtar sıfatıyla resmî makamlara tedbirlerin uygulanmasında, Ermenilerin evlerinin mühürlenmesinde, evlerin aranmasında vs. yardım etmek şartıyla burada kalmasına izin verdi. Ermeni de bu vazifeleri yapmayı kabul etti.
Buradaki meslektaşlarım İstanbul’daki büyükelçiliklerine bu sürgün kararını telgrafla haber verdiler. Büyükelçilikleriyle şifreli haberleşmelerine izin verilmeyen İtalya ve Amerika temsilcileri kısa bir mesajla yetinmek zorunda kaldılar. Avusturya-Macaristan konsolosu kendi üst makamının dikkatini toplu nakillerin kadınlar ve çocuklar açısından büyük tehlikeler doğuracağına çekti. Avusturyalı meslektaşım buradaki vali nezdinde birkaç çocuk için, Amerikan konsolosu ise kendine sığınmış olan İran Ermenileri için müdahale etti, ama ikisi de bir sonuç elde edemedi. İtalyan meslektaşım Hıristiyanlara [„Hiristiyanlara karşı“ ifadesi çıkartılmıştır. zarar gelecek korkusuyla aklî dengesini] kaybetti. Avusturyalı meslektaş ile vali nezdinde yapacağım girişimleri konuştum. Kendisi bizzat müdahale etmekten imtina etti. Ben de bunu anlayışla karşıladım. Çünkü, bir defa onun valiye hiç sempatik gelmediğini biliyorum, ayrıca bu [memur „bir defa onun valiye hiç sempatik gelmediğini biliyorum, bu adam” yerine “valinin .... gösterdiği” ifadesi getirilmiştir.] bana öyle sonsuz güven besliyor ki şimdilerde bizim resmî makamlarımız arasında mevcut iyi ilişkileri tehlikeye sokmadan Ermenilerin sürgünü gibi böylesine sakıncalı bir idarî tedbir hakkında kendisiyle açık açık konuşabiliyorum. [Paragrafin sonuna kadar („Ayrıca“dan “meslektaşıma kaldı”ya dek) çıkartılmıştır.] Ayrıca Avusturya konsolosu da biraz korkak tabiatlıdır. Sürgünün ikinci gününde yanında birçok Ermeni çocuğunu barındıran Amerikalı misyonerin yanına gitti, daha sonra beş gün boyunca şehir dışındaki evinden dışarı çıkmadı. Böylece Ermenilerin sakinleştirilmesinin tüm yükü bana ve Amerikalı meslektaşıma kaldı.
Kritik günlerde Kayzerlik Konsolosluğunun yanı başında bulunan polis karakolu askerlerle takviye edildi ve benim lojmanım dikkat çekmeden askerler tarafından gözetlendi. Şahsımın korunmasını ve at ile şehre gidiş gelişlerim için bile prestij açısından reddettim. [Buradan yazının sonuna kadar olan kısım dağıtım listesinden çıkartılmıştır.]
Ermenilerin Trabzon’dan sürülmesi dolayısıyla yabancı basında belki Alman basınında da Kayzerlik Konsolosluğu’na saldırılar olacağını ihtimal dışı görmüyorum. Bu nedenle siz ekselanslarına deportasyon ve bununla bağlantılı olarak Almanya Temsilciliği tarafından yapılan girişimler hakkında ayrıntılı bilgi vermem gerektiğini düşündüm.
Bu raporun bir kopyasını İstanbul’daki Kayzerlik Büyükelçiliği’ne sundum.